25 Ekim 2013 Cuma

KÜÇÜK PRENS


Hayatımın kitaplarını sıralasam birinciliği dayanamayıp Antoine de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens’ine veririm şüphesiz. Üstünde uzun zaman geçtiğinde özlediğim yeniden okuduğum kitaplardandır. Sahra çölüne düşen bir pilotun Küçük Prens’le tanışması ve dostluğu anlatılır. Küçük Prens özeti yapmak değil niyetim. Son okumamda tılsım iki sözcük fark ettim kitapta. Arkadaş demiyor yazar Küçük Prens’e “dost” diyor hep ve “yıldızlardan” bahsediyor sık sık.. Çok haklı bence yazar…

Çünkü gerçek dost tektir.

Size tüm gezegenleri sunar ve kendi gezegeninizde size kim olduğunuzu en iyi o gösterir.

Gerçek “ben”i ancak dost keşfettirir.

Kimseye ve hiçbir hisse benzemez.

En önemlisi belki de.. Sana yıldızları saymayı değil sevmeyi öğretir.


Yani her dost biraz Küçük Prens’tir.  

3 Mayıs 2013 Cuma

HAYDİ HALAYA

 

Tatsız 1 Mayıs görüntüleri gördük bu yıl İstanbul’da. Oysa yıllardır 1 Mayıs’ları iple çekenlerdenim ben. Gün sayarım adeta.

Direniş 365 gün devam eder yurdumda. Ancak o gün bayramıdır direnenlerin.  Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanların günüdür 1 Mayıs. Bayramdır, coşkudur, umuttur.

1Mayıs’larda en sevdiğim görüntü onlarca emekçinin birlikte halay çekmesidir bu yüzden. Çünkü o anın anlamı büyüktür dostlar.

O an girdiniz mi halaya, önemi yoktur sağınızdaki ya da solunuzdaki kişinin kimliği. Laz, Boşnak, Kürt ya da Çerkez olması değiştirmez hiçbir şeyi. Yahut inancının, cinsiyetinin önemi yoktur asla. Güvenirsiniz ona, tutarsınız elini tanımasanız da. Bayramdır yaşanan sonuçta. Türküler, halaylar, şiirler emekçinindir.

Biber gazları, coplar,  polisler…  Bunlar değil sokakların istediği.

Halaylara açın sokakları…

Hiçbir ayrımı düşünmeden kol kola girebildiğimiz gün güzel günler göreceğiz güneşli günler.

 

31 Mart 2013 Pazar

KOMŞU KOMŞUNUN

 

Duyduk duymadık demeyin. Bugün itibariyle balkon sezonumu açmış bulunmaktayım. Bu sabah uyanır uyanmaz penceremden yansıyan günışığını fark ettiğim anda karar vermiştim gece balkonda kitap okuma seanslarımın başladığına. Gün boyu heyecanını hissettim bu anın.

Evde oturmak olmazdı güzelim bahar havasında. Taksim’e attım kendimi önce. Sizi bilmem ama ben Taksim’in kitapçılarını severim en çok. Hele sokak aralarında saman yapraklı eski kitapların olduğu dükkanlara girdim mi zaman geniş zaman olur, unuturum dakikaları.

Akşamın kitabı işte bu gezinti sırasında belli oldu. Ece Temelkuran’ın bir kitabı.. “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” Bravo, tam benlik işte. Kafam karışık çünkü çoktandır. Hep öyleydi belki de… Ama bu defa teşhisi koydum kendime. Minik bir reçete bile yazdım hatta… Daha çok kitap, daha çok kendine vakit, daha çok açık havada yürüyüş falan filan..

Kitap da belli olunca akşamki balkon sefasının heyecanı arttı haliyle. Eve gelir gelmez balkona attım kendimi. Keyfine düşkün olanlardanım ben… Bir ön temizliğin ardından masa çıkarılır,  mevye çayı hazırlanır, okuma lambası oturtulur baş köşeye.. Ece de geldiğine göre anlatmaya kafa karışıklığımızı, her şey tamam…

İstisnasız her kitaba başlarken heyecanlanırım. Yazar başlayınca anlatmaya engel olamam heyecanıma. Bu yüzden tutkudur okumak… Arada sorarlar” neden okuyorsun yahut neden yazıyorsun?” diye. Zor değil cevabı… Yazasım ya da okuyasım geliyor da ondan…

İşte böyle bir tutkuyla başlıyorum kitaba. İlk iki sayfayı bitiriyorum… Hop o da ne? Karşı komşum en üst kattan sokaktaki anneannesine sesleniyor. Zamanlama muhteşem. Yaşlıya saygı, komşularla iyi geçinmek, insan sevgisi.. Yalan oluyor bütün güzel dileklerim.. Kısa sürer sanıyorum, olmuyor… Metrelerce mesafeden sohbet ediyorlar gayet. Sokaktaki genç adamda katılıyor bu senfoniye. “Dayı” oluyormuş kendisini sonradan öğreniyorum. “Banane akrabalık ilişkinizden.”diye bağıracağım, olmuyor…  Sabır testini başarıyla atlayıp balkon keyfimden taviz vermeden devam ediyorum okumaya..

Şimdi bu satırları yazarken kitabı sağ sağlim bitirmiş bulunmaktayım. Ece Temelkuran sustu. Çok derin bir sessizlik ve karışık hisler bıraktı masama. Her kitaptan sonuç çıkarmak ilkokul ödevlerinde geçerliydi, gerçek hayatta ille de gerekmiyor bir sonuca varmaya…

Demek ki neymiş…

Komşu komşunun sessizliğine muhtaçmış azizim…

29 Mart 2013 Cuma

KİMLE BARIŞALIM?




İnsana ve topluma dair konularda kullanılan dilin çok önemli olduğuna inanıyorum. Basit gibi görülen küçük detaylar hayatımıza yerleşen gerçeklikleri ifşa ediyor aslında. Bundan dolayı “bayan” değil “kadın” inadım aslında. Bu başka bir konu tabi ki.

 

Açıkça ilan ediyorum: Bu ülkede “Kürt Sorunu” yoktur. Hiçbir kuvvet bana aynı sofrada yemek yediğim Kürt arkadaşımı “sorun” olarak kabul ettiremez.

 

Barışın nasıl sağlanacağı tartışılıyor yıllardır. Hiçbir iktidar bu ülkede mutlak barışı, huzuru sağlama gücünde değildir. Bunu sağlayacak olan sokaktaki vatandaştır ve bu halk herkesle barışmak zorundadır.

 

Aynı işyerinde çalıştığı, birlikte ürettiği Kürt, Laz, Alevi arkadaşına önyargılarından kurtulmak zorunda bu halk. Sıra arkadaşıyla barışmalı liseli genç. Evlerimizde sağlamalıyız barışı. Kaynanasıyla barışmalı küs gelinler. Eşiyle barışmalı tüm erkekler. Küs dostluklar kalmamalı ülkemde. Biri “ben Hristiyanım, ya da Ateistim” derken en yakın arkadaşına düşünmemeli tepkisini.

 

Önyargıları yakıp yıkmalı. Atmalı çöpe şimdiye kadar kullanılan öfke dilini. Genellemelerden kurtulmalı… “Şu ilin insanları doğru değil” dememeli hiç kimse. Barış birlikte oturduğumuz sohbet ettiğimiz arkadaş masalarında başlamalı. Evlerimizin içinde yükselecek önce barışın sesi unutmamalı.

28 Ocak 2013 Pazartesi

VAHŞİ KAPİTALİZM




Bahçeşehir Üniversitesi her yıl “Siyaset Okulu” programı düzenliyor. Bu yıl dokuzuncusu düzenlenen programda farklı görüşlerden onlarca konuşmacı ağırlanıyor on beş hafta boyunca. Geçtiğimiz haftanın konuklarından biri Liberal Demokrasi Partisi Genel Başkanı Cem Toker’di.


Toker konuşmasında liberal demokrasiyi tanımladı ve özelliklerini anlattı uzun uzun. Hak ve özgürlüklere, “sınırlı devlet” ve “serbest piyasa” ilkelerine vurgu yaparak kendilerini için en önemli noktalardan birinin “bireysellik” olduğunu vurguladı. Her fikre saygı duymadıklarını ancak her fikri hoşgörü ile karşıladıklarını söyledi. Örneğin “Hitler’in fikirlerine saygı duymuyorum.” dedi.


Konuşmaları bu şekilde özetleyince açıklamalarda göze batan uç bir nokta yok. Ancak Cem Bey sonrasında kapitalizmi açıklarken sadece “para,refah” gibi sözcükler kullanıyor. Kapitalizmi ve parayı sevdiğini ancak “vahşi kapitalizm”i sevmediğini belirtiyor.


Bu noktada itiraz etmek durumundayım. Çünkü her şeyden kapital “sermaye” anlamına gelir. Kapitalizm emek, sermaye ve hatta sömürü kavramları kullanılmadan açıklanamaz. Üstelik sistemin özünde emeğin sömürüsü olduğundan sistem zaten iyi niyetli değildir.  Liberalizmin değerleri ayrı bir yazının tartışma konusunu oluşturur. Ancak şu unutulmamalıdır: Kapitalizm dışında ayrı bir varlığı varmış gibi “vahşi kapitalizm” kavramı düşünmek , yoğurt dışında bir “beyaz yoğurt” tanımı yapmaktan farksızdır. 


Özetle Sayın Toker’in kapitalizme ilişkin fikirlerine hoşgörü ile yaklaşmam mümkün ; ancak saygı duymam mümkün değil.

24 Ocak 2013 Perşembe

BİRGÜL HANIM'A



 

CHP Milletvekili Sayın Birgül Ayman Güler şöyle söylemiş :           

"Kürt milliyetçiliğini bana "ilericilik" ve "bağımsızcılık" diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz."



 

Burada birkaç nokta çok önemli.. Öncelikle bu ülkede her etnik köken eşit değerdedir ve eştir. Kendisine temsil hakkı verilen birinin bunu çok da içselleştirmiş olması gerekir. Eşitlik fikrini kabul edememek ilericiğili başından tıkar zaten.. Eşitlik ve adaleti yerleştiremediğinizde ileri medeniyetler seviyesine koşma gayretiniz boş olacaktır. Bu nokta çok önemlidir.

İkinci olarak ülkemizde "parti zihniyeti" diye bir kavram bulunmaktadır. Bir Bakan konuştuğunda ve onaylamayacağımız şeyler söylediğinde "İşte AKP zihniyeti." deriz. Dolayısıyla elbette fikir özgürlüğü her şeyden fazla saygıyı hak eder. Ancak Birgül Hanım'ın zihniyetinin partiye zarar vereceği açıkça ortadadır.

 

Birgül Hanım devam ediyor ve diyor ki: "

Türkiye'de Kürt sorunu yoktur. Türkiye'de siz sorunu Türk sorunu yaptınız... Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız."



Bu bardağın ağzını yere tutup içine su dolmasını beklemektir.. Ülkenin toplumsal yapısını tersten görmeye çalışmaktır..




Etnik temeller üzerine siyaset yapmak CHP'ye çok şey kaybettirir. Çok daha önemlisi bu siyasi tarz ülkeme çok şey kaybettirir.. Temsil görevini yerine getirenlerin kürsüye çıktıklarında düşüncelerini meclis dışındaki vatandaşa göre çok daha dikkatli ifade etmeleri gerekir.. Zira kendilerinde hayal kırıklıkları değil gerçek anlamda ilerici fikirler beklenmektedir.