23 Aralık 2012 Pazar

YERİNDE SAY-MA

Sabit kalmak diye bir şeye inanmam hayatta. Zaman sabit kalamaz çünkü. Zaman akarken değiştiremiyorsan bir şeyleri işler kötüye gitmektedir demek ki.. Hem sosyal ilişkilerde hem ülkelerin kaderinde yazmaz yerinde saymak.. Hatta sırf yerimizde sayıyoruz dememek için "gelişmekte olan ülkeyiz" derler ülkeler kendilerine..

Umut taşımalıdır her yürek değişime ve de dönüşüme dair. Doğanın kanunudur bu. İki kere ikinin dört etmesinde çok daha gerçektir değişimin kendisi.

Zaman geçerken büyümüyorsa fikirlerin, sabit kalıyorsa bildiklerin yerinde saymazsın geriye gitmektesindir. Değiştirmelisin kendini, geliştirmelisin tüm doğrularını.. "Standart" olan her şeyden kaçacaksın arkadaş.. Sabit olanın arkasında yalan arayacaksın.. Sıradanlaşan şeylerden hoşlanmayacaksın. Alışkanlıklarını sorgulayacaksın. Pis bir kokunun içinde bir hafta yaşarsan kötü gelmez artık sana bu koku..

Polisin öğrencilere biber gazı sıkmayı marifet sanması sıradan bir hal aldıysa mesela ülkende ve sana kötü kokmuyorsa hala bu vah vah vah haline.. Uyanacaksın uykunun en derin yerinden.. Bomba patlasa uyanmam demeyeceksin.. Bomba patlayalı hayli vakit geçti çünkü..

11 Ekim 2012 Perşembe

SİHİRLİ DEĞNEK



Bir adam ve kadın otomobilleri ile yolda giderken trafikte dururlar. Küçük bir çocuk arabanın camını silmek ister, adam da müsaade eder. Çocuk sildikten sonra adam memnun kalmamış ve çocuktan tekrar silmesini istemiştir. Bu işlem birkaç kez devam eder. Sonunda kadın eşinin gözlüklerini gözünden çıkarır ve elindeki peçete ile siler. Artık adam arabanın camının temizlediğini görmektedir. Sorun sadece onun gözlük camıdır.
Uzun yıllar önce okuduğum bu basit hikaye aslında toplumsal sorunlarının tümünün çözümündeki temel noktaya işaret eder. Ya bizim de gözlük camımızda ise sorun?
Üniversitede ilk yılımda şimdi “dost” ismini kendisine uygun bulduğum bir kişiyle tanışmıştım. Biz tanıştıktan tam iki ay sonra arkadaşım “senin açık görüşlü olduğunu gördüm, Alevi olduğumu bilmeni isterim” demişti. O gün çok düşünmüştüm. Bu arkadaşımın inancıydı, bana söylemesinin bu denli zor olması tam olarak saçmalıktı. Daha sonraki dönemde kendi sınıf arkadaşlarımın dahi –ki bunlar Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okumakta idiler- uygun bulamayacağım damgalayıcı sözlerini duyunca çok daha fazla üzüldüm. Ancak ne yazık ki bunlar gerçekti.
Toplum olarak sağ görüşlü bireyleri “geri kafalı”, sol görüşlü kişileri “dinsiz”, kadınları “saçı uzun aklı kısa” diye yaftalamıştık. Oysa insanlarla ilgili bu tip kararlar alırken onlara kendilerini tanıtma fırsatı vermemiştik bile, dinlememiştik hatta çoğu zaman karşımızdakini.
Arkadaşlarımla siyasete yahut daha geniş olarak toplumsal konulara ilişkin konuşurken şunu vurgularım hep : “Elimde sihirli bir değnek ve tek bir dilek hakkım olsaydı insanların kafalarındaki önyargıların tümünün yok olmasını dilerdim.”
Oysa bu değnek zaten mevcuttu elimizde. “DİYALOG” idi değneğimizin ismi. İnsanlara anlattıkça, yorulmadıkça, pes etmedikçe değiştirmek mümkündü algıları. İnsanların gördükleri değil gözlüklerinin camları kirlidir belki…

10 Ekim 2012 Çarşamba

SONSUZ ARTI BİR



“Dünya’da kaç insan yaşıyorsa o kadar da fikir vardır” savına inanmam ben. Çünkü her bir bireyin pek çok konu hakkında pek çok sayıda fikri olabilir. Hatta öyle ki tek bir konuda birden fazla fikre sahip olup o fikirleri kafasında tartıyor da olabilir. Üniversite’yi bitirdiğimde doğduğum ilçede küçük bir söyleşi yapmaya karar vermiştim. Gençlerin siyasete neden uzak olduğunu tartıştığımız bu söyleşi öncesinde arkadaşlarım davetliler için yaş sınırı düşünüp düşünmediğimi sordular. Orada verdiğim cevabın ömür boyu arkasında duracağım. O gün arkadaşlarıma demiştim ki “Fikri olan ve bunu ifade etmek isteyen herkesle konuşmalıyız.”  Dünyada var olan “sonsuz” sayıda fikrin tamamını çok değerli buluyorum. “Artı bir” ise benim dillendirmek istediklerim. Peki, hangi konuda konuşmak niyetindeyim?
Bir arkadaşımla sohbet ederken şöyle demişti: “Annem ve babam memur, İstanbul’da gayet merkezi bir semtte oturan hali vakti yerinde insanlarız. Alevilik yahut Kürtlük gibi devleti rahatsız eden veya etme ihtimali bulunan bir kimlik de taşımıyorum. Eğer okulumu bitirince bir de iş bulursam dışarıdan görünen kadarıyla sistemle bir sorunum olamaz.” Bu cümleleri kuran arkadaşım bir kadın örgütünde kadınlar için ve yeri geldiğinde Alevi veya işsiz insanlar için sokağa çıkıyordu. Asla susmaya niyeti yoktu. Yani sistemin ona yamuk yapması şart değildi. Yani Nazi Almanyası’nda Papaz Martin Niemöller’in söylediği “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım: çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”  Sözü bana da arkadaşıma da uygun değildi. Çünkü insanlar sıra onlara gelmeden de ses çıkarabilmeliydi. Dolayısıyla niyetim açıkça her işe burnumu sokmaktır.
“Artı bir” işinden haksız yere atılan işçidir, sokak ortasında öldürülen kadındır, belli kimlikler üzerinden yaftalanan her bir kişidir.